İslam dünyasının büyük desteğiyle kazanılan Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasının ardından 3 Mart 1924’te Halifelik Makamı kaldırılarak, İslam dünyası ‘Hristiyan Birliği’ne’ sıkı sıkıya bağlı güçler karşısında kimsesiz kaldı.
98 yıl önce bugün alınan karar sonrasında, İslam ülkelerinin adeta imamesi kopmuş tesbih gibi dağıldığını söyleyen Gazeteci-Yazar Ekrem Kızıltaş, “Şimdi 98 yıl sonra geriye doğru baktığımızda, hilafetin kaldırılması konusu bugün İslam ülkeleri dediğimiz yaklaşık 60’a yakın ülkenin adeta imamesi kopmuş bir tesbih tanesi gibi dağınık olduğunu ve uluslararası alanda beraber hareket edebilme imkanlarının pek olmadığını görüyoruz. Bugün için pek önemli değilmiş gibi gözükse de aslında geriye doğru baktığımızda; 1. Dünya Savaşı sonrası şartlarda hilafetin kaldırılmış olmasına büyük ihtimalle Osmanlı İmparatorluğu bakiyesi toprakların parçalanması, orada irili ufaklı devletler kurulması ki bunların birçoğu bağımsızlıklarına 30’lu 40’lı hatta 60’lı yıllarda ancak kavuşabildiler.” ifadelerini kullandı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başa gelen yeni rejimin, eskinin izini silmek için de böyle bir karara imza atmış olabileceğinin ifade eden Kızıltaş, Osmanlı’nın devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hakim olan yeni rejim, büyük ihtimalle gideni biraz kötülemek ve yeni bir takım şeyler oturtup halkı da buna ikna etmek için bir takım düzenlemeler yaptı. Bu düzenlemelerin en önemlilerinden birisi hilafetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekâlet’inin kaldırılıp Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kurulması, bu arada Erkânı Harbiye Reisliğinin kaldırılıp Genelkurmay Başkanlığı’nın kurulması, eğitim birliği adına Tevhidi Tedrisat Kanunu yine o dönemin önemli kararları arasındaydı.” dedi.
“HİLAFETİN KALDIRILMASI BİZDEN ÇOK İNGİLİZLERE Mİ YARADI?”
1950’lere gelindiğinde sol tandanslı insanların bile hilafetin kaldırılmasını sorgulamaya başladığını belirten Kızıltaş, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Bugün itibariyle geriye doğru baktığımızda bunların hala en azından fiili olarak değilse bile zihni olarak işgal altında bulunduğunu görüyoruz. Yine bir değerlendirme yaptığımızda “hilafetin kaldırılması kimin için gerekliydi” ve “kime yaradı” soruları aslında yıllardan beri alttan alta tartışılan ama bugün dahi ciddi manada önem arz eden bir konu. bunula alakalı en azından ortalığın biraz daha sakin olduğu 50’li, 60’lı yıllarda normalde belki sitemden yana olan ve sol tandanslı olduğu bilinen insanlar arasında bile, mesela Kemal Tahir, bir romanında kahramanına “Bu hilafetin kaldırılması bizden çok İngilizlere mi yaradı acaba?” diye sordurur. Çünkü imamesi kopmuş tesbih gibi dağılan İslam ülkelerinin daha kolay kontrol edilebilmesi ve bu ara maalesef emperyalistlerin bu ülkeler üzerinde istediklerini yapabilmeleri gibi vahim bir durum ortaya çıkmıştır.”
“İNGİLİZ EMPERYALİZMİ HALİFELİĞİN GÜCÜNÜN KIRILMASINI İSTİYORDU”
İngiliz emperyalizminin, Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalardaki sömürgelerde etkili olan bu anlayış ve kurumun gücünün kırılmasını istediğini ifade eden Gazeteci-Yazar Selahaddin Eş Çakırgil, “2. Abdülhamid döneminde, dünyadaki haberleşme imkanlarının da gelişmesiyle, hilafet kurumunu ve anlayışını adeta ihya etti. Ama o dönemin en büyük süper gücü olan İngiliz emperyalizmi, Malaya’dan Hindistan’a, Orta Asya ve Balkanlar ve Afrika’ya kadar, Müslüman halkların ekseriyet halinde yaşadığı coğrafyalarda etkili olan bu anlayış ve kurumun gücünün kırılmasını istiyorlardı.” dedi.
İslam ve İslam Tarihi üzerine kaleme aldığı eserleriyle de tanınan yazar Selahaddin Eş Çakırgil, “Osmanlı padişahları asırlarca kendilerini Sultan 2. Abdülhamid’e gelinceye kadar Halife olarak anmadılar. Ama Müslümanların en büyük devlet gücü olması hasebiyle dünya Müslümanları büyük ekseriyetiyle, Osmanlı Devleti’ni fiili bir hilafet kurumu gibi gördüler.” ifadelerini kullandı.
“KARAR, MÜSLÜMANLARIN TEYİDİNDEN GEÇMEDEN ALINDI”
İnsanlığın yaklaşık dörtte birini teşkil eden muazzam bir kitle olan dünya Müslümanlarının, başsız bir kalabalık durumuna düştüğünü ifade eden Çakırgil sözlerini şöyle tamamladı:
“Ankara’daki Meclis, Osmanlı’nın hukuki devamı olduğu yetkisiyle İslâm adına görüş belirtmek istiyordu. Ancak konunun hassasiyeti dolayısıyla hilafet kurumunun yetkilerinin, ‘Meclis’in şahs-ı mânevisinde mündemiç olduğu’ , Meclis’e intikal ettiği görüşü benimsendi. Ama Meclis’in o kararı, Müslümanların tamamının teyidinden geçmedi.
Böylece, bütün dünyadaki Müslümanların ortak iradesini nazari olarak temsil etmek durumunda olan bir kurum bertaraf edildi ve bugün, Dünya Müslümanları, insanlığın yaklaşık dörtte birini teşkil eden muazzam bir kitle oldukları halde, başsız ve her kafadan ayrı bir sesin çıktığı bir kalabalık durumuna düştüler.
Müslümanların dünya siyasetinde birlik olmaları ideali, adı ne olursa olsun, bütün Müslümanlar bir ‘baş’a, bir karar merkezine kavuşmadıkça ve ‘büyük bir kalabalık olmak’ özelliklerinden kurtulamayacaklardır.”
“NİHAİ HEDEF DİNİN DEVLET VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİ ORTADAN KALDIRMAK”
Hilafetin kaldırılmasına gerekçe olarak Ahkam-ı Şer’iyeyi tenfiz’i (İslam’da ruhbanlık yoktur) gösteren güçlerin asıl amacının, İslami kurumları ortadan kaldırmak olduğunu söyleyen Gazeteci-Yazar Resul Tosun, “Hilafet kaldırılırken gerekçe olarak, İstanbul’daki halifenin İslam ahkamını uygulamaktan aciz olduğu, İslam ahkamını uygulama yetkisinin meclise verileceği gösterildi. Dönemin Adalet Bakanı Seyyid Bey bu hususu açıklayan uzun bir konuşma yaptı mecliste. Hatta 1924 anayasasının meclisin yetkilerini sayan 26. Maddesinin ilk fıkrası, “Ahkam-ı Şer’iyeyi tenfiz” (İslam’da ruhbanlık yoktur) şeklinde düzenlendi. Ancak, M. Kemal’in hedefi tedrici olarak İslami kurumları ortadan kaldırarak laikliğe geçmek olduğu için bir müddet sonra 26. Maddenin ilgili fıkrası da 11 Nisan 1928 tarihinde anayasadan çıkarıldı.” ifadelerini kullandı.
İlk serbest seçimlerde halkın karara tepkisini gösterdiğini belirten Tosun, “Dolayısıyla gerek hilafetin ve Şer’iye evkafının kaldırılması gerekse Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun nihai hedefi dinin devlet ve toplum üzerindeki etkisini ortadan kaldırmaktı. Tek parti döneminde bu politika takip edildi. Fakat millet bu politikayı tasvip etmediğini ilk serbest seçimlerde o partiyi muhalefete mahkum ederek reddetti.” dedi.
O GÜN MECLİSTE NELER YAŞANDI?
Hilafetin kaldırılma önerisi meclise gelmeden birkaç gün önce, 29 Şubat’ta Ayasofya’da kılınan Cuma Namazı’nda Halife’nin adına dua edilmedi. Hilafetin kaldırılmasıyla ilgili öneri bazı milletvekilleri tarafından dillendirilmeye başlandı.
3 Mart 1924 tarihinde Urfa Milletvekili Saffet Efendi ve elli dört arkadaşı, hilafetin kaldırılmasını ve hanedanın Türkiye sınırları dışına çıkarılmasını teklif etti.
Dönemin milletvekillerinden birçoğu meclis kürsülerinde Halifenin ve hanedanın kötülüklerini sayıp, hanedan üyelerinin tamamının sınır dışı edilmesini istedi.
Hilafetin kaldırılmasını isteyen ve istemeyen milletvekilleri arasında hararetli bir tartışma yaşandı. Tunalı Hilmi iki tarafı da yatıştırmak için “Hilafet ilga edilmiyor. Hilafet burada” diyerek Halifelik Makamı’nın meclise verileceğini söyledi.
Bu yaşananların ardından Gümüşhane Bağımsız Mebusu Zeki (Kadirbeyoğlu) Bey ise kürsüden, “Ben mutedil liberalim ve gönülden İslâm birliği taraftarıyım. Tarihimizin büyüklüğünü bugün de milletimde görmek isterim. Bunun içindir ki memleketin iç ve dış politikası adına, hilafeti kaldırarak bu müthiş kudreti düşmanların yahut da başka hükümetlerin kucağına atmayalım.” konuşmasını yaptı.
Tartışmaların sonunda tarihimizin en önemli kararlarından biri 3 saat 20 dakika içinde alındı.
KARAR, POLİSLER EŞLİĞİNDE HALİFEYE BİLDİRİLDİ
Hilafet makamının kaldırılışından sonra sıra, kararın halifeye bildirilmesine gelmişti.
Önce İstanbul’un bütün telefonları kesildi. Dolmabahçe etrafını polisler çevirdi ve Vali Haydar Bey saraya girerek kararı Halifeye okudu. Halife Abdülmecid kararı tanımadığını söylese de vali, durumu Ankara’ya bildirdiğini belirterek halifenin zorla çıkarılması yönünde “hayali” bir telgraf okudu. Halife, görevliler eşliğinde saraydan çıkarıldı. Saraydan çıkarken bir gazeteciye “Ben vatan haini değilim. Yine bu millete dua edeceğim” dedi.
Sürgün edilen Halife, Çatalca’dan trene bindirilerek İsviçre’ye gönderildi.
Star Gazetesi